Avrupa'da Gotik , Rönesans ve Barok Mimarilerinin Çatı ve Cephe sistemleri Açısından Karşılaştırılması



Gotik Mimari:
Gotik Mimari olarak tanımladığımız mimari stil ilk olarak 1140 civarında kuzey Fransa’ da doğmuştur. Paris’te daha uzun, daha aydınlık ve daha hacimli kiliselerin inşaatı sürecinde bu stil iyice yayılmıştır. İlerleyen yıllarda bu stil kalelerde, saraylarda, köprülerde şehir duvarlarında ve kapılarında da kullanılmıştır.Gotik Mimari Ortaçağ’da sıklıkla karşılaşılan sorunlar sonrası ortaya çıkmıştır. 1100-1200’lerde yapıların mimarisi oldukça limitli, ilkel, karanlık ve soğuktu. Gotik Mimari bunun gibi sorunları çözmeyi hedeflemiş ve aydınlıkhoşhavadar yapılar inşa edilmesini sağlamıştır. Gotik yapılar, Tanrı’ya ulaşmak için yapılmış ve en özgün ürünler dini mimaride verilmiştir. Bu dönemde insan eyleminin odağı dinsel yaşam olduğu için, en ileri mimari tasarım ve teknolojiye sahip olan yapılar kilise tarafından yaptırılmıştır. Avrupa mimarlığında önemli yer tutan ve genellikle yapımları yıllarca süren çok sayıda katedral (“kardinal makamı” anlamındaki “cathedra”dan gelir) inşa edilmiştir.Kent katedrali aynı zamanda Aziz Thomas Aquinas’ın “Summa Theologica” adlı dini yapıtının fiziksel bir anlatımıdır. Birbiriyle bağlantılı parçaların, Klasik mantıkla Hıristiyan inancının kaynaşmasına karşılık gelecek biçimde hiyerarşik bir düzenlenişidir (Roth, 2002).Görüldüğü gibi, dini bir düşünce mimaride somutlaşmaktadır. Bu somutlaştırmada en önemli araçlar da çatı ve cephe elemanları olmuştur.  

• Kaburgalı tonoz,
• Dayanma ayakları (kontrforlar),
• Dayanma kemerleri (payanda kemerleri).
 
Özetle, Gotik dönemde dünyevi yaşamın temel ilgisi, göksel yaşamı teminat altına almaktır. Đtalyan hümanistlerince “barbar” olarak değerlendirilen Gotik üslup, skolastik düşüncenin egemen olduğu bu ortamda, ama çağı biçimlendiren bazı adımlardan da büyük ölçüde yararlanarak gelişmiştir. Dolayısıyla, hem kentsel kibirin hem de içten dindarlığın ifadesi olarak ortaya çıkan büyük kent katedralleri, en araştırıcı mimari denemelerin yapıldığı yapılar olmuştur. Bu nedenle belediye sarayları ve özel konutların mimarisi de katedraller için geliştirilen formlardan türetilmiş ve sonuçta ortaya göğe doğru yükselen düşey çizgilere vurgu yapan organik bütünlüğe sahip kentsel bir mimari form çıkmıştır. Bu fomda da en büyük rolü, mevcut koşulların etkisi ile sivrilmiş ve süse boğulmuş olan çatı ve cephe elemanları üstlenmiştir.
  
Gotik Mimari Hakkında Bilinmesi Gerekenler
  • Romanesk eserler yatay düzlemdeyken, Gotik eserler dikey düzlemdedir.
  • Gotik eserlerin yükseklikleri, Romanesk eserlerin yüksekliklerinin yaklaşık iki katıdır.
  • Gotik Eserlerinin pencereleri genellikle zengin vitraylarla süslenir.
  • Hem iç hem de dış süslemeler ince işçilik ürünüdür.
  • Bir yapının sadece kapısına bakarak bile Gotik olup olmadığı anlaşılabilir.
  • 13. Yüzyılda çok fazla katedral yapılmaya başlanmıştır. Böylece ekonomide de gelişme gözlenmiştir.
Rönesans Mimarisi:
Rönesans mimarisinin kurucusu, Floransalı Brunelleschi’dir.
Brunelleschi, gerçekleştirdiği yapılarda tüm Gotik ayrıntıları ayıklamış, onun yerine, klasik mimarlık programında yer alan öğeleri kullanmıştır. 
Çağdaşları onun kullandığı bu yeni üsluba “maniera all’antica” (antik üslup) adını vermişler ve Gotik’le karşıtlığını belirtmişlerdir. Brunelleschi’nin ilk yapısı Floransa Domu’dur.
Brunelleschi, yeni mimariyi, Roman ve ilk Hıristiyanlık eserlerinden yararlanarak biçimlendirmiştir. Kubbenin yapımıyla 1420’de yeni üslubun başlangıcını simgeleştiren Brunelleschi, Euklides’in (Öklit) geometri kurallarına temellendirdiği perspektif bilimini, Gotik mekan kavramına karşıt bir mekan tasarımında kullanmıştır.
Daha sonra ise Antik kaynaklara yönelinmiştir. Alberti, Romalı mimar Vitruvius’un “De Architectura” adlı kitabından geniş çapta aktarmalar yaparak, bir yapı sanatı kitabı yazmıştır. Rönesans mimarlığı, bir kitap mimarlığıdır.
Gotik’teki mantıklı olmayan dini düşünce yerini, Rönesans’ta mantıklı, matematiksel bir düşünceye bırakmıştır. Rönesans yapıları, Ortaçağ yapılarının yani Gotik’in düşeyde gelişen narin ve bol camlı kurgusundan farklıdır. Rönesans’ta mimarlık Antik kaynakların etkisi ile Romalı yapıcıların ana ilkeleri ve eski Roma’nın biçim, hacim ve süslemeleri üzerine temellenmiştir: Güç ve hacim etkileri araştırılması, antik üç düzenin üst üste yerleştirilmesiyle katların bölünmesi, kemerler dizisi kullanılması gibi.
Rönesans yapıları belli kurallara ve simetriye bağlıdır.
Cephelerde düz çizgiler egemen olup, silmeler ile katlar birbirinden ayrılmış ve her bölüm kendi içinde bitmiştir.
Cepheler Gotik dönemin yoğun süs anlayışından arındırılmış olup, sakindir.
 Fakat, zaman içinde yine ölçüsüzlük yapıya girmeye başlamıştır.
Michelangelo(Davut Heykeli ile), Tibaldi ve Vignola gibi usta mimarlar, Rönesans’ı “Maniyerizm” adı verilen evreye sokmuşlardır.
Bu eğilim, Michelangelo’nun yapıtlarında, Maniyerizm’in daha zengin ve esnek takipçisi olan Barok’a önderlik etmiştir.
Michelangelo’nun ölümünden sonra, merkezi yapı yerine, yine bazilikal, yatay eksenli bir yapı plana egemen olur.
Süs, yavaş yavaş, klasik yapı unsurlarını örtmeye başlar. Bu durum dönemi , Barok üsluba doğru sürüklemektedir.
Barok Dönemi:
Barok mimari, Rönesans’ın katı kurallarına bir tepki olarak İtalya’da Roma’da ortaya çıkmış ve 17. yüzyılda ülkenin gözde üslubu olmuştur. 
Rönesans’a oranla yapıların hem planları hem de bezeme programı değişmiştir. 
Barok mimarlık abartılı hacim ve dekorları kullanarak görkem ve güç etkisi yaratmaya çalışmıştır. Tanrı ve kral, dönemin iki mutlak hükümdarıdır. Tanrı için kiliseler, kral için saraylar yapılmaktadır. Kilise iç mekanları Cennet’in küçük bir örneğini vermeyi amaçlamaktadır. Resim, heykel ve mimarlık bezemesi bu amacın gerçekleşmesine yardımcı olmaktadır. 
Yapıların iç mekanları ışıklıdır. 
Kubbe içleri ve tavanlar, abartılı ve karmaşık perspektif sistemlerinin kullanımıyla gerçekleştirilmiş resimlerle sonsuza açılmaktadır. 
Barok dönemde, dünyevi gerçeklerin sınırsız sonsuzlukta olduğu inancıyla, hareket ve sonsuzluk esas alınmıştır. 
Organiklik ve doğacılık eğilimi dikkat çekmektedir. 
Yapı cephelerinde Rönesans’ın objektif ve akılcı düzenleri terk edilmiş, sübjektivizm yani kişisel heyecanlara uygun keyfi hareketlilik egemen olmuştur. 
Rönesans’ın ve hatta Maniyerist dönemin düz ve statik çizgileri, Barok’ta cephelerde girinti ve çıkıntıya, dalgalanmalara dönüşmektedir. 
Mimarlık öğeleri, işlevleri düşünülmeden, sistemli olarak kırılıp bükülmektedir. 
Cephelerde, dinamik ve savrulan hareketler denenmekte, böylece mimari, hareketin sonsuzluğuna kendini kaptırmaktadır. 
Işık gölge oyunları üzerinde durulmuştur. 
Barok mimarlık örneklerinde, eğri çizgi ve alanlar, değişen ışık altında, ışığa bağlı bir hareketin yaratılmasına olanak sağlamakta ve yapıya ritm katmaktadır. 
Sade cepheler heykelsi bir hal almakta, bezeme strüktürü tümüyle örtmektedir.

Karşılaştırma ve Sonuç
Bu üç dönem karşılaştırıldığında, Ortaçağ’da insanlar Tanrı’nın dünyası içindedir.
Her olayın Tanrı’dan geldiğine ve öbür dünyadaki kurtuluşa inanılmaktadır.
Gotik yapılar adeta sonsuzluğa ve Tanrı’ya yükselir gibi inşa edilmektedir.
Rönesans’ta akılcılık (rasyonalizm) başlamakta, Ortaçağ dogmalarının yerini bilgi almaktadır. Sonsuzluk yerine ölçü, çok parçalılık yerine sakin ve dünyevi bir tarz ortaya çıkmaktadır.
Yenidünya görüşüne paralel olarak, Gotik’in Tanrı merkezli ufki sistemli bazilikal yapısı, Rönesans’ta merkezi sistemli yapıya dönüşmüştür.
Düz çizgilerin hakim olduğu, yatay ve dikey hatların izlendiği klasik mimari esas alınmıştır.
Barok’ta ise Rönesans’ın akılcı yaklaşımı, yerini duygulara bırakmıştır.
Barok, Rönesans’ın sağlam, açık ve keskin hatlı formlarının gevşemesi, biçimlerin bir kompozisyon içinde erimesi ve birbirleriyle kaynaşmasıdır.
Rönesans’ın sakin figürü, Barok’ta hareketlenmekte ve sessizlik gürültüye dönüşmektedir.
Barok sanatçı, kural ve prensipleri reddetmektedir.
Bu sübjektif yaklaşım, mimariyi Rönesans’tan ve Antikite’nin titiz kurallarından tamamen uzaklaştırmakta, organik ve eğri hatlara yaklaştırmaktadır.
Sonuç olarak, bu üç dönem ideolojisi yukarıda üç ayrı bölümde de detaylı olarak ele alındığı üzere mimaride en çok çatı ve cephe sistemleri üzerinde somutlaşmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tasarım Felsefesi ve Bilimin Serüveni / Tunalı İsmail Tasarım Felsefesi

Renk Çemberi ve Temel Kavramlar /Ahmet Özol